Nur Ataibiş tuvali çok-katmanlı astarlamış, ancak yüzeyi zımparalamamış, görsel bilinçaltı katmanlarını tuvalden almamıştı. Üstüne ağırlık bineceği yerde yine de hafiflemişti tuval. Enerji maddeye dönüşeceğine madde enerjiye dönüşmüş, malzeme içeriden parlamış, yüzeyi parlatmıştı. Aprelenmişti katmanlar, çatlaklar, rölyef düzeyleri, taç kapılarda farklı rölyef düzeylerinde kat kat yaşam ağaçları. Duvar oymacılığına Ataibiş’in eklediği keten üzerine mukavva üzerine inşaat kumu. Türkiye’de biraz hep sıvacı elinden henüz çıkmış, hala inşaat halinde, harcın izini taşıyan duvarlar, mimarlığı Cihat Burak’ın, sıvacılığı. İnşaat kumundan tuval harcı, küflenen, paslanmış, dışarı kusan duvar halleri. Eskiden Nur Ataibiş’in döktüğü harc tuvale yapışıp tutunur, tuvalden akmaz, tuvalde kalırdı. Hala bu yapışkanların izleri vardı. Belleği oluşturan yazı, belleğe kazınan yazı, tuvale yapışan yazı, bilinçaltının yazılı kaydı. Vahşi, boğuk, ürkütücü bir uğultu da vardı bazen hala resimlerde, kara-çalımlar,(karalamalar) alev içinde sürülenler, çöken binalar, kesilen ağaçlar, dikilen balballar, mezar taşları. Kıyametler. Kendini göstermek isteyen, içi asitle yakılarak oyulan izleri kağıt yontuların. Parlak cilaların, mobilya üzerindeki darbeleri ortaya çıkarması gibi bir şey olmuş; tuvalin girintili çıkıntılı, temiz olmayan, kayıt altına alınan her yanı ortaya çıkmış, Çinli ustalar eşyayı kat kat lakelemek için suya açıldıklarında fırtına kopmuş, rüzgar esmiş, laka kumlar yapışmıştı. Kendi tarihini, kendi kayıt altına alınmışlığını aprelemişti Nur Ataibiş. Oldukça tuhaf bir hareketti: tuval bir elekti şimdi, inşaat işçilerinin kullandığı kum eleği, Nur Ataibiş upuzun bir tarihi elekten geçirmekteydi. Çin’den Bizans’a, Anadolu’dan Boğaz’a uzanan bir bellek atlası, kültürel genetikte biriken tortu, görsel bilinçaltı. Dalgalanıyordu tuvaller. Onları kasan, kasnaklarına zorlayan gerilim ortadan kalkmış, özgürleşmişler, soluk alıyorlardı.
Zeynep Sayın